Milli siyaset: NATO’nun izin verdiği kadar mı? / Atakan Hatipoğlu

Bu gün Vatan Partisi’nin Edirne’de önemli bir açık hava toplantısı olacak. Türkiye’den 30 km ötede Yunanistan’ın Dedeağaç kasabasında bir NATO tatbikatı yapılıyor: Nehirler geçiliyor, düşmana “anında müdahale” yapılıyor vs.
Kimseden çıt yok. Büyük büyük laflar eden düzen partileri, karşılarında uluslararası sistemin “büyük ağabeyi” ABD ve Türkiye’nin “güvenlik şemsiyesi” NATO olunca, kuyruklarını bacaklarının arasına kısıp, kayıkçı kavgası gündemine odaklanmayı tercih ediyorlar.
Neden böyle diye baktığımızda, partilerin ideolojik tercihlerini belirleyen sınıfsal konumlarının, onların millilik iddialarının sınırlarını da çizdiğini görebiliyoruz.
SİYASAL ENTROPİ
Türkiye’de siyaset hattını ortadan bölerek, partiler arasındaki saflaşmanın esasını oluşturan temel çelişki, milli olanla olmayan arasında. Özellikle 15 Temmuz kalkışmasında, ABD’nin Türkiye’nin kaderine doğrudan el koyma hamlesi yapması, bu gerçeğin çok daha geniş bir kesim tarafından görülmesini sağladı.
Ancak çelişki 15 Temmuz’da başlamamıştı. Bu tarihten sonra saflaşmanın kartları yeniden karıldı sadece. Onun biraz öncesine gidersek, Sovyetler’in dağılmasından sonra sosyalist solun hem uluslararası hem de ulusal ölçekte alan boşaltması bir dizi siyasal değişmeyi tetiklemişti. 1990’da SSCB’nin dağılması, sosyalizme dünya ölçeğinde büyük bir moral darbe indirdi. Neoliberalizm atağa kalktı. Sol tüm dünyada geriledi.
Yeni sağın taarruz koşullarında, solun ideolojik geri çekilişine bağlı olarak partiler arasındaki eskinin sağ ve sol sınırları muğlaklaştı. Bir süre sonra sağın ve solun artık modasının geçtiği, bu kavramların aşıldığı iddia edilir oldu. Siyasal sistem, emekçi sınıfların denetiminden ve tazyikinden kurtuldukça, monolitik bir zihniyete teslim olmaya başladı. Bugün burnumuzun dibinde NATO Türkiye’ye karşı tatbikat yaparken başta Hükümetin ve diğer partilerin NATO’dan yana tutumları ya da atalet içinde kalışları, bu sürecin sonucu olan bir tür siyasal entropidir. Sistemin kendisini kaosa götürmesinden başka bir sonucu olmaz.
Bu tek taraflı NATO’cu ideolojik beslenmenin yol açtığı entropi, 1990’larda bir taraftan da küreselleşme denilen sürecin, iletişim ve ulaşım tekniklerindeki sıçramalarla ilişkili, kendiliğinden ve öznesiz bir gelişme olduğu propagandası yapıldı. ABD öncülüğündeki küreselleşme saldırısının maskesi 1990’daki Körfez Savaşı’ndan başlayarak kısa sürede düşmüş olsa da neoliberal ideolojik hegemonyaya direnemeyen sağlı sollu bütün siyasal güçler, “çağın gerisinde kalmak!” ve “Ortadoğu diktatörlüğüne dönüşmek!” istemedikleri, aksine “medeni Batı dünyasının bir parçası olmak!” ve “demokratik ülkeler topluluğuna!” katılmaktan yana oldukları için ABD öncülüğündeki uluslararası ilişkiler sistemi ile bütünleşmekten yana tavır aldılar.
HERKESİN MİLLİLİĞİ KENDİNE Mİ?
Batı sistemi dünyayı küreselleştirirken sıcak paranın serbest hareketi üzerinden milli devletleri erozyona zorladı. Bu süreç, eskinin sağ ve sol partilerini, milli devleti savunma ya da küresel sistemle tam bütünleşme tercihleri üzerinden çapraz kesmeye başladı. Solun ve sağın bir kısmı milli devleti, toplum ve kültürü savunmayı öncelerken bir kısmı küresel bütünleşmeyi esas aldı. Bunun son örneği, geçenlerde CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Erdoğan için sarfettiği “Sen küresel bir lider değil, yerel bir diktatörsün” sözleriydi. Bu sözler küreselleşmeci saflardan yapılmış bir okumanın dışavurumudur.
Sağın ve solun çapraz bölünmesi ve ortaya millilik (ulusalcılık) ile küreselcilik arasında yeni bir saflaşmanın çıkması, her partinin kendine göre millilik tanımı yapabileceği yanılsamasını besleyen bir faktör olmuşa benziyor. Böyle olması biraz doğaldır, çünkü yeni saflaşmaya her parti kendi geçmişinden, programından ve geleneklerinden getirdiği miras ile dâhil oldu. Haliyle, her biri milli devletin savunulmasına da küresel sistemle bütünleşmeye de farklı yorumlar getirdiler.
Ancak, kavramların nesnel karşılıkları vardır. Milli tutumun, her partinin kendisine göre tarif edebileceği bir şey olduğu zannediliyor. Türkiye’yi sevmek ve ülkesi hakkında iyi niyetler beslemek, milli politik hattın yeter şartı değildir. Bu bir başlangıç koşuldur fakat daha fazlasına ihtiyaç var. Milli siyasetin ayaklarını basacağı ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel boyutları olan bütünsel bir programı olmak zorundadır.
Dedeağaç’taki NATO tatbikatı meselesi, Batı sistemi ile Türkiye arasındaki çelişmenin yol kazası değil, yapısal nitelikte olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu gerçeği şimdilik öncüler mi görüyor, fark etmez. ABD ve Batı, Türkiye’ye kendi nesnel çıkarlarının nerede olduğunu düşmanca eylemleri ile öğretecektir. Tek sorun, kendi aklını kullanmayıp, hayat tarafından burnu sürtülerek öğrenme yolunu seçenlerin her zaman bedel ödeyecek olmasıdır.
Türk milleti, milli bir ekonomi izlememenin, milli toplumu inşa edememenin ve uluslararası planda dostunu-düşmanını ayırt edememenin bedelini Kurtuluş Savaşı vermek zorunda kalarak ödemişti. Bugün kendi tarihsel tecrübelerimiz, milli siyaseti bütünlüklü ve tutarlı bir programa oturtarak, sistem partilerinin idraksizliğinin yol açacağı ağır bedellerden kurtulmamızın en büyük güvencelerinden biridir. Kaynak: Aydınlık