Yerli malı yurdun malı mazide kalmamalı
İlkokulun 2-3 ve 4. sınıfında öğretmenimiz rahmetli Galip Haznedar idi. Bir gün öğretmenimiz elinde bir kese kâğıdı ile sınıfa girdi ve bütün öğrencilere birer tane saydam kağıda sarılmış şeker verdi. 12 Kasım’ın öğretmenliğe başladığı gün olduğunu ve 33 yıldan beri öğretmenlik yaptığını söyledi. Halkalı şekeri, cam şekeri, kaba şekeri, kahve şekerini biliyordum. Sonradan adının “karamela şekeri” olduğunu öğrendiğim şeker çok hoşuma gitmişti.
CENGİZ ÇAKIR
Galip Bey deneyimli bir öğretmen olarak bize çok şey öğretti. Televizyonda Divriği demir madeni işçileriyle ilgili haberi izleyince tam 72 yıl öncesi olan 1953 yılını anımsadım. Ergani’de bakır, Divriği’de demir madenleri, Zonguldak’ta kömür, Beşiri’de Raman dağları yamaçlarında ve Tekirdağ Mürefte’de petrol yatakları bulunduğunu öğrenmiştik. Alpullu, Uşak, Eskişehir ve Turhal’da şeker fabrikalarımız vardı. Nazilli ve Denizli’de Sümerbank bez fabrikaları, Beykoz’da ayakkabı fabrikası, Bursa’da Merinos yün ipliği fabrikası…
Yoğun bir yağmur sonrasında bizi okulun bahçesine çıkararak coğrafya dersinde okuduğumuz ada, yarımada, burun, körfez gibi kavramları su birikintilerinin üzerinde göstererek öğretti. Denizdeki dalgaları anlatırken, ilkbaharda tarlalarda rüzgârın etkisiyle yatıp kalkan ekin saplarına benzetmişti.
ÇANTALARIMIZ TAHTA KUTULARDANDI
Sınıfımızda kaymakam beyin oğlu Yaman, kasabamızın ünlü doktorunun oğlu Bekir, belediye reisinin kızı Nermin, fabrikatörün oğlu Sencer, yağ tüccarının kızı Dilek, bakkalın kızı Bilge, manavın kızı Ayten, terzinin oğlu Rahmi vardı. Bunların ekonomik durumları iyi idi, önlükleri siyah kaliteli kumaştandı. Bazılarının kol saati bile vardı. Sucu Hamo’nun oğlu, Oduncu Ali’nin oğlu, Arabacı Hamit’in kızı gibi benim de dahil olduğum fakir çocuklarından oluşan grup ise daha sağlam ve ucuz olan kırçıllı “gırzet” denen bir kumaştan önlük giyerdi. Üzeri teneke kaplanmış tahta kutulardan yapılan çantalarımız olurdu.
“Yerli Malı Haftası” kutlanacaktı, öğretmen beni bir monolog sunmam için görevlendirmişti. Metni ezberledim. Rol gereği benim bir elmayı hart diye dişlemem gerekiyordu. Ama bizim evde elma yoktu. O zaman mis gibi kokan elmalar vardı. Belki bir derde derman olur diye sandıkta kilit altında tutulan elmaların kokusu etrafa yayılırdı. Sınıf arkadaşım Bilge benden sonra sahne alacaktı. Sunumunda “üç tanesi bir tabak” diye bir replik olduğundan bir tabak ve üç elma getirmişti. Öğretmen o elmalardan birini bana verdi ve rol gereği ısırarak yiyişim veliler arasında gülüşmelere neden oldu. Bilge arkadaş, “üç tanesi bir tabak” diyerek iki elma ile gösterisini yaptı.
BOLLUK VE İSRAF YOKTU
Öğrenciler kutlama günü bir avuç leblebi, kabak çekirdeği, kuru üzüm, kuru incir, kestane, ceviz, ayva, nar, iğde gibi şeylerden biraz getirirdi. Şimdi pek bilinmeyen çitlenbik, kendir tohumu, darı veya buğday kavurgası olurdu. Toz şekerle veya pekmezle karışık susam veya haşhaş ezmesi de güzel olur. “Yerli malı yurdun malı / Herkes onu kullanmalı” savsözü geçerliydi. “Yamalı giymek ayıp değil, yırtık giymek ayıptır.”; “Tutumlu ol!”; “Damlaya damlaya göl olur.” denildi.
Bolluk ve israf yoktu. İnsanlar görgülü idi. Yolda sokakta bir şey yenmez, yenilen içilenden söz edilmezdi. Başkaları imrenmesin diye yiyecekler heybe, çuval, sele, sepet, kese gibi kapalı nesnelerle taşınır, file ile yiyecek taşımak ayıp sayılırdı. Evde pişirilen bir şey, canı çekmesin diye, yakındaki çocuk, hamile veya emzikli kadına, hastalara tadımlık olarak verilirdi.
Milli yemek bildiğimiz kuru fasulyeyi, yanındaki pilavın pirincini, dünyaya bizim coğrafyamızdan yayılan mercimeği, tahin ve helva yaptığımız susamı bile dış alım yoluyla tedarik ettiğimizi düşündükçe utanıyorum. Avakado, ananas, ejder meyvesi, Hindistan cevizi, hurma, kaju… Adını bile doğru söyleyemeyeceğimiz yemek tarifleri, tadına bakmadan mıncıklayıp çöpe attıkları güzelim besin maddeleri…
TARIMDAKİ KÜÇÜLME
Gelir dağılımının aşırı derecede bozulduğu, işsizliğin, yoksulluğun diz boyu olduğu bir ülkede tam bir görgüsüzlük örneği sergileniyor. Tarımda yüzde 13 küçülme sadece don ve kuraklık gibi doğal olaylara bağlanamaz. Çiftçiler yaşlandı, arkası sıra gelen bir kuşak yok. Çiftçiler para kazanamıyor, tüketiciler pahalı buldukları için ürünleri alamıyor. Yavan ekmeğin bile kilogramı 75 liradan satıldığı bir ülkede yetersiz ve kötü beslenme ciddi bir halk sağlığı sorunu oluşturur. Sağlıklı ve yeterli besine ulaşmak temel bir haktır.
Şehirlerde sadaka ile geçinen milyonlarca insan varken tarımda çalışacak ve üretecek insan bulunamıyor. Plansızlık ve tembelliğe son vermemiz lazım. Asalaklığa paydos diyeceğiz. Ancak canı teninde olan herkes çalışırsa ferahlarız. Kaynak: Aydınlık



