Aydınlarımızın sefaleti!
Aydın ve toplum ilişkisi nasıl olmalıdır? Aydın kime denir, “aydın” nasıl olmalıdır?
Türk aydını ne yapmaktadır?
Halk, neden gerici ve bölücülerin insafına bırakıldı? Aydınlarımız, halkla birlikte yaşamak, toplum için çalışmak yerine “vur patlasın, çal oynasın” anlayışı ile günlük yaşam çıkarları uğruna sistemin birer devşirmesi mi oldu?
Son yıllara damgasını vuran döneklik ve devşirmeliğin bu kadar yaygın hale gelmesi aydınlarımızın toplumdan ne kadar uzaklaştığını ve yabancılaştığını da gözler önüne sermektedir.
Tabii bütün bunlar olurken, bu gidişe “dur” diyen ve bu karanlık gidişi millete anlatan, direnen aydınlarımız da var, öncülerimiz de var ve Türk gençliği var.
Çünkü ihanet büyük ise, direniş de büyük olacaktır. Bu kesindir ve böyledir ve de böyle bilinmelidir.
Aydınlarımızın diğer bir sorunu da tam anlamı ile entelektüel sefaleti de yaşıyor olmalarıdır.
Tam anlamı ile “düşünce” nin sefaleti. Sözüm ona, ‘aydın’ diye ‘kanaat önderi’ olarak televizyonlara çıkarılan, medyanın köşe başlarını tutan ve ‘aydın’ olarak millete yutturulan bilgiden, içerikten, birikimden ve her şeyden önce ‘aydın’ olma namusunu taşımayan zavallıların, toplumu nasıl yalan bilgi bombardımanına tuttuğunu hep birlikte ibretle izliyoruz.
Ama ne yazık ki, en çok da onların borusu ötüyor birçok yerde. Gerçeklerin nasıl alabora edildiğini hep birlikte izliyoruz.
Bu zavallı güruh, siyasal iktidarın borazanı haline gelmiş, sistemin devşirmeleri olmuş ve sürekli olarak ülkenin namuslu, yurtsever ve devrimci-halkçı aydınlarını hedef göstermekte, onları yalnızlaştırmakta, ötekileştirmekte ve itibarsızlaştırmaya çalışmakta olduğu da bir gerçektir.
Bu arada gelişen bilişim de hayatımızı esir almakta, bu kadar yoğun “bilgi bombardımanı” altında tükeniyoruz ve çıldırıyoruz.
Toplum, öfke nöbetleri içinde boğulurken aydınlarımız ne yapıyor halk için, millet için işte önemli sorun bu zaten? Onlar da yalanlarına ve sistemin sahiplerini yalamaya devam ediyorlar.
Bizim aydınlarımızın en belirgin özelliği ise örgütsüzlüğü bir yaşam biçimi haline getirmiş olmaları, halktan şikayetçi olmalarıdır. Bu tip aydınlar halktan o kadar uzaktırlar ki kendilerinde halkı azarlama ve aşağılama hakkı görürler.
Halka uzaktan bağırırlar, ‘örgütlenin’ diyerek ama kendileri örgütsüzdür. Örgütlenmek bağımsız aydın için bayağı ciddi bir iştir. Partileşmek, bağımsız aydın için statü kaybıdır, sıradanlaştırmaktır.
Çünkü halktan uzak olan aydına göre, partileşmek aydın olmanın rantlarından olmak demektir. O tip aydın herkesin peşinde koştuğu, düzene ve sisteme muhalifmiş gibi yaparak aydın olmanın rantı peşindedir.
Oysaki, örgütsüz, aydın yalnız ve karamsardır, bir çıkış yolu bulamaz çünkü çıkış yolunu bulacak örgüt pratiğinin dışındadır.
Partisi olmayan, örgütü olmayan aydın Ergenekon’da demircisiz kalmıştır. 50 yaşına gelmiştir, 60 yaşına gelmiştir fakat bağımsız ‘aydın’ örgütsüzlükte diretmekte, fakat halkı da örgütsüz olduğu için azarlamaktadırlar.
Bu durum Türk aydınının acı bir dramıdır. Son 30 yıla baktığımız zaman, aydınların nasıl sisteme bağlandığının, nasıl devşirildiğinin, nasıl dönekleştiğinin, nasıl hainleştiğinin, millette ve bu topraklara nasıl ve kadar yabancılaştığının, kendi askerine bile nasıl düşmanlaştığının ve ne kadar zavallılaştığının gerçeğini görmekteyiz.
Türk aydını, Mithat Paşa’lardan, Namık Kemal’lerden, Tevfik Fikret’lerden, Mahmut Esat Bozkurt’lardan ve Mustafa Kemal ATATÜRK’ten kalan devrimci-halkçı mirasa sahip çıkmalı ve gereğini yapmalıdır. Çünkü bu kahramanların hepsi örgütlü ve teşkilatçıydı.
Yoksa bu millet, bu topraklar ve tarih onları affetmeyecektir.