CHP bu hale nasıl düştü
CHP mahkeme kapılarından kurtulamıyor. Partililer birbirini ihbar ediyor, rüşvet, irtikap, casusluk belgeleri ortalığa saçılıyor. Peki bu duruma nasıl düştü? Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek’e sorduk; Atatürk’ün uyarılarını ve partinin nasıl devrimcilikten uzaklaştırıldığını anlattı.
Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Perinçek, Ulusal Kanal’da her salı yayınlanan Çıkış Yolu programında Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Nadir Temeloğlu ve Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tevfik Kadan’ın sorularını yanıtladı.
‘ATATÜRK YENİDEN GELİR’
– 10 Kasım mesajınızda “Atatürk’ün ölmediği doğrudur.” dediniz. Bu ne anlama geliyor?
“Yeniden Atatürk gelir. Atatürk ölmedi çünkü Türk Milleti ölmedi. Atatürk Türk Milleti’nin bağrından çıktı, içinden çıktı. Türk Milleti’nin tarihsel büyük tecrübelerinin, binlerce yıllık birikiminin tarih sahnesinde yeniden ifade bulmasıdır. O bakımdan Türk Milleti büyük zorluklarla karşılaşınca aynı Ergenekon’da olduğu gibi kolektif bir çabayla körükleri kurar, ateşi yakar, dağların içindeki demiri eritir. Başına da bir demirci tabi lazım. Atatürk’ü çıkaran o tarihsel birikim duruyor. O birikime bir de Atatürk eklendi. Yani Atatürk’ün arkasında Atatürk yoktu. Atatürk’ün önderliğinin arkasında bir Kemalist Devrim yoktu. Dolayısıyla o birikim şimdi daha da güçlenmiş olarak var.
‘SİLAHI OLAN PEYGAMBER ÇARMIHA GERİLMEDİ’
– Atatürk’ün son yıllarda muhafazakar kesimler tarafından daha fazla sahiplenildiğini görüyoruz. Fakat sosyal medyada hep dua eden fotoğrafları dolaşıyor. Atatürk’ün doğru anlaşıldığını, anlatıldığını düşünüyor musunuz?
O fotoğraf da bizim bir gerçeğimiz sonuçta. Yani biz Türk Milleti’yiz ve Müslümanız. Dolayısıyla bir işe başlarken ‘Bismillah’ diye başlıyoruz. Dualar ediyoruz. Ama bu fotoğrafı ‘Biz İstiklal Savaşı’nı duayla kazandık.’ diye yorumlamak çok yanlış. Duayla memur maaşlarını yükseltiriz, duayla Türkiye’de üretimi artırırız, duayla istihdamı sağlarız gibi anlayışlar gerçekçi değil. Tarihten bir örnek verelim. Hz. İsa, bizim bir peygamberimiz. Fakat çarmıha gerildi. O’nu dualar çarmıhtan kurtaramamış. Hz. İsa da bir peygamber, O’nun için de dualar yapılıyordu. Hatta Allah nedir? Hem koruyan hem bağışlayan. Ancak Allah, Hz. İsa’yı çarmıhtan kurtarmamış, Hz. Muhammed’i ise çarmıha gerememişler. Neden? Hz. Muhammed’in duası çoktu, Hz. İsa’nın azdı mı diyeceğiz? Hz. Muhammed’in elinde kılıç vardı. Elinde kılıç olduğu için onu çarmıha geremediler. O silahlı peygamberdi. Hz. İsa’nın ise elinde kılıç yoktu. Demek ki burada rol oynayan dua değil, kılıç yani kuvvet, direnmek. Onun için tarih yaparken duayla tarih yapılmıyor. İstiklal Savaşı’na baktığımız zaman da duayla Mehmetçik düşmanı Akdeniz’e dökmedi. Neyle döktü? Süngüyle döktü. Aynı Hz. Muhammed’in çarmıha gerilememesi gibi. Hz. Muhammed Uhud Savaşı’nı, Bedir Savaşı’nı nasıl kazandı? Duayla mı? Yoksa elindeki kılıçla mı kazandı? Örgütlenmeyle mi kazandı? Tamamen dünyevi bakış açısıyla o savaşı örgütleyerek mi kazandı?
Dolayısıyla bu tür tarihsel olaylarda dünyevi açıklamalar geçerli. Bu tarihsel olayları böyle duayla falan açıklamak gerçekçi değil ve önümüzdeki sorunları çözmek bakımından da ışık tutmuyor. Mesela diyelim üreten bir Türkiye’yi kuracağız. Hepimiz dua edelim, üreten Türkiye gelsin. Öyle olmuyor. Çalışarak üreten Türkiye getirilebilir ve dinimizin bize emrettiği de budur. Duaya saygı duyuyoruz, duada da bir yoğunlaşma var, odaklanma var, hedef belirleme var ve bir umudun tazelenmesi var. Yan yana gelip dua ettiğimiz zaman birlik beraberlik görüntüleri var. Ama sonuç itibarıyla ‘İstiklal Savaşı’nı duayla kazandık.’ demek çok yanlış. Atatürk’ün de buna bir cevabı var zaten. Ne diyor? Mollalar falan duayla kazandık diyorlar, hayır diyor, Mehmetçiğin süngüsüyle kazandık. Aynı şekilde Hz. Muhammed’in de elindeki kılıçla kazanması ve o devleti kurması; İsa ile Muhammed’i ayıran bu zaten. İsa ile Muhammed’i ayıran nedir? Hz. Muhammed’deki örgütlenme yeteneği, liderlik yeteneği, devlet kurma yeteneği ve elinde kılıç olması ve dolayısıyla o kılıçla da tarih yapması. Hz. İsa tarih yapamadan çarmıha geriliyor. Hz. Muhammed ise tarih yapabiliyor. İkisi de Peygamber. Dua açısından teraziye vuralım; Hz. Muhammed’e dua daha fazlaydı, o yüzden onu çarmıha geremediler diye bir tarih izahı yok. Hz. Muhammed’in davranışında ne var? Dünyevilik var. Savaşlarda uyguladığı taktikler, insanları seferber etme yetenekleri… Bunların hepsi dünyevi davranışlar.
Burada Aynı zamanda Türkiye’nin geleceğini kurmamızla ilgili önemli ipuçları veyahut da yol göstericiler var. Yani oturarak, ondan sonra dua ederek Türkiye’yi zorluklardan çıkaramayız. Çalışarak, azimle, mücadele ederek, gerekirse elimize kılıç alarak, traktörün tepesine çıkarak, tezgahın başına geçerek, çalışarak kazanabileceğimiz başarılar var.
‘CHP’DEKİ MÜCADELE NUTUK’TA VAR’
– Ekrem İmamoğlu iddianamesi yayımlandı. İlk değerlendirmeniz nasıl olur?
İddianame savcının suçlamasıdır ve sanık durumunda olan kimse hüküm verilene kadar masumdur. Dolayısıyla biz burada hüküm kesmeyeceğiz. Mahkemenin sakin bir şekilde, baskılardan uzak olarak bu hükmü vermesi gerekir.
– Peki siyasi bir değerlendirmenizi rica edebilir miyiz? Yani CHP mahkeme kapılarından kurtulamıyor, kurultaylara sandalyeler havalarda uçuşuyor. CHP bu duruma nasıl düştü?
Aslında bu sorunun yanıtı, 1927 yılında Atatürk’ün CHP’nin 2. Kongresi’nde 6 gün boyunca okuduğu Büyük Nutuk’ta var. Nutuk’u okuduğunuz zaman, Atatürk’ün İstiklal Savaşı’na önderlik etmiş, devrimin öncüleri içerisinde yer almış bir grubu baştan sona hedef aldığını görüyoruz. Kim onlar? Rauf Orbay’lar, Kazım Karabekir Paşa’lar, Refet Bele’ler… Nutuk’un sonundaki Gençliğe Hitabe’de çok önemli bir cümle var. O anda iktidarda olan kim? Cumhuriyet Halk Partisi. İktidarın başında olan kim? Atatürk değil mi? Orada şunu söylüyor: “Memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.”
Bakın bu çok önemli. Bizim partimizin içinden, CHP içerisinden ele geçirebilir diyor. O günkü tehdit; padişah taraftarları ya da irtica ayaklanacak değil. Tehdit ne? Bizzat bizim partimizin içinden, o gün iktidara sahip olanlar… Yani bugün bizim kendi içimizden bir kuvvet çıkabilir ve iktidarı ele geçirebilir diyor. Tehdit bunlardan geliyor. Şimdi bu doğrulanmış bir öngörü. Nasıl doğrulanmış? 1939’da başlamış hikaye. Atatürk’ün ölümünden hemen bir sene sonra bir ‘Tanzimat’la barış’ politikası çıkmış. Bin sayfalık, içinde Hasan Ali Yücel’in, İsmet Paşa’nın açıklamalarının bulunduğu bir şey. Tanzimat’la savaşan CHP, Atatürk öldükten bir sene sonra Tanzimat’la barışmaya yönelmiş. Onun arkasından 1945’te II. Cihan Savaşı bittikten sonra birdenbire CHP’nin içinden Nihat Erim çıkmış ve ‘Küçük Amerika’ olacağız demiş. Arkasından yine CHP’nin içinden çıkmış olan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Cumhuriyet’in büyük tarihçisi Fuat Köprülü falan Demokrat Parti’yi kurdular. Bunlar da CHP’ydi. Bu Nutuk’taki tespit Sovyet tecrübesinde de doğrulanmış. Bizzat Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin içinden çıkan Kuruşçev’ler, Brejnev’ler… 1990’a geldiğimizde Komünist Partisi diyor ki biz kapitalizme geçtik. Yani Atatürk’ün ‘Bizim öncü partinin içinden devrimi tasfiye edecek bir güç çıkabilir.’ diye Nutuk’ta ifade ettiği tehdidi Sovyet Devrimi deneyinde de görüyoruz. Tabi Çin’de de yaşandı ama Çin’de başarı kazanamadılar. Orada da Mao Kültür Devrimi’yle onları tasfiye etti.
CHP tecrübesinde de bunu yaşıyoruz. 1939’da Tanzimat’la barış, 1945’te ‘Küçük Amerika’ süreci, 1953 yılında CHP 10. Kongresi’nde Kemalizm’in CHP Programı’ndan çıkartılması… 1935 yılında CHP programına konan Kemalizm, yani bizim Türk Devrimi’nin yaptığı işlere ‘Kemalizm’ denir ve o bizim yol göstericimizdir diye ifade edilen Kemalizm ne oldu? 1953 yılında CHP Programı’ndan çıkarıldı, onun yerine ‘Atatürk Yolu’ kondu. Kemalizm’e karşı Atatürk Yolu. Hz. Muhammed’e Hz. Muhammed’le karşı çıkmak, Marx’a Marx’la karşı çıkmak gibi bir olay. Oradan itibaren serüvene bakıyoruz; işte önce ‘ortanın solu’ diye bir şey çıkıyor, arkasından ‘sosyal demokrasi’ye bağlanıyor. O sosyal demokrasi de nereden geliyor? Batı’dan geliyor. Süreç o şekilde tamamlanıyor. Bu süreçte neyi görürüyoruz; hep CHP içinden bu rollerde bir takım önderlerin ortaya çıktığını görüyoruz. İşte Atatürk’ün ölümünden sonra devrimci kadro, Şükrü Kaya’lar, Tevfik Rüştü Aras’lar, Mahmut Esat Bozkurt’lar tasfiye ediliyor. Ortanın solunun başında Ecevit vardı, Mülkiye Cuntası vardı. Deniz, Baykal ve onun etrafındakiler… Tabi orada Turan Güneş’in teorik planda çok önemli rolleri oldu. Bunlar hep CHP’nin başındaki insanlar. Ecevit çıktı, dedi ki ‘Halk bu Atatürk Devrimlerini benimsemedi.’ Sonuç itibarıyla CHP İmamoğlu’lara, Özgür Özel’lere bağlanan yere kadar geldi sosyal demokrasi üzerinden. Yani kendi cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik, devrimci, yani Türk Devrimi’nin pratiği içerisinde oluşturulmuş olan programdan kopartıldı. Batı’dan gelen sosyal demokrasi programına teslim oldu. Kim yaptı bunu? Gericiler yapmadı. CHP’nin önder kadroları yaptı.
‘TÜRKİYE DEVRİMCİ BİR DEVLETTİR’
1937 yılında, Atatürk ölmeden bir sene evvel, Anayasa’nın 2. Maddesi’nde ‘devrimci bir devlettir’ yazıyordu. Türkiye Cumhuriyeti devrimci bir devlettir. Ama 1961 Anayasası’nda bu Altı Ok çıkartıldı Anayasa’dan. Yerine ‘demokratik, sosyal, hukuk devletidir’ diye Batı’dan program getirildi. Alman emperyalizminin anayasasında da o var, Fransızların anayasasında da var, Norveç’in, Belçika’nın hepsinde var o tekerleme. Bunu kim yaptı? 1961’de Kurucu Meclis’teki CHP’liler yaptı. Demokrat Partilier 24 Anayasası kalsın derken CHP Altı Ok’u temizledi.
‘Devlet İmralı’ya gitmez’
– Sizce Komisyon İmralı’ya gitmeli mi, gitmemeli mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önünde böyle bir soru olmaz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti İmralı’ya gitmez. Ne yapar? Meclis eğer onu dinlemek istiyorsa İmralı’daki hükümlüyü, bir helikopterle mi yapar, arabaya mı koyar, yani Türkiye coğrafyası içerisinde devlet herhangi bir hükümlüyü bulunduğu yerden alır, Ankara’ya getirir. Ankara’da uygun yerde onun görüşleri dinlenir. Ondan sonra güvenli bir şekilde götürülür. Devlet bunu yapar. Vatan Partisi yönettiği zaman devlet bunu yapar ve hiçbir problem de çıkmaz. Ne Öcalan’ın güvenliği ile ilgili bir problem çıkar, ne başka türlü bir problem çıkar. Koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti bunu yapar. Bu gücü var. Ama bakın bir devlet zaafıyla yine karşı karşıyayız. Yani koskoca bir devlet bu yeteneklere sahip olan ve bunu en güvenli bir şekilde yapacak ve hiçbir sakıncası olmayan bir uygulamayı yapamıyor. Burada siyasi amaçlar var, onu söyleyeyim. Yani Komisyon’u İmralı’ya götürmek, orada da işte bazı devleti küçük düşüren siyasi amaçlar var. Ama Vatan Partisi’nin yönettiği Türkiye’de bu iş bir günde olur.”
Atatürk’ün son vasiyeti
Perinçek, Atatürk’ün son vasiyetinin “Sovyetler Birliği ile dostluktan vazgeçmeyeceksiniz.” uyarısı olduğunu söyledi. Şöyle anlattı: “1937 yılında Başbakan Celal Bayar, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve Kılıç Ali’yi çağırıyor. Diyor ki, dünya büyük savaşa gidiyor. Aman diyor, bizim için bu süreçte en önemlisi Sovyetler Birliği ile birlikteliğimizi sürdürmektir. Benim size bir tane vasiyetim var, budur. Çünkü Sovyetler Birliği ile beraberlik, Türkiye’nin emperyalist kapitalist sistemin denetimine girmesine karşı bir güvence. Sağlam kazığa bağlamaya çalışıyor. Devrimi sürdürmenin koşulu Sovyetler Birliği ile dostlukta. İsmet Paşa Dolmabahçe’de veda ziyaretine geldiğinde de aynı şeyi söylüyor. Ali Fuat Cebesoy’a da bunu söylüyor. Bu çok dahiyane bir şey.” Kaynak: Aydınlık

